29 Aralık 2011 Perşembe

İSTEYİN VERİLECEKTİR


Yeni yıl arifesinde en çok ne yapılır bilirsiniz.. Hani yeni yıl dileklerine geçmeden önce şöyle bir arkaya bakanlar, koca bir yılın muhasebesini çıkaranlar! sözüm bize!
Gelin bu sefer bir değişiklik yapalım ve bakmayalım arkamıza... Geçti bitti nede olsa.. Ne doğruydu, ne yanlıştı, nerde eksikti, ne kazandıktı diye sormak neye yaradı ki onca yıl?
Hem demiyormuyuz  2012 için yeni bir çağ... Madem güçlü bir başlangıç söz konusu o zaman önümüzdeki yıllara, yollara, olasılıklara güç verelim hadi! Yep yeni enerjilerle girelim yeni bir zaman dilimine.. Defterimiz hesaplar yerine hayallerle dolsun! 2012 de neler deneyimleyelim? Nerelere gidelim ? Neler görelim ? Neler öğrenelim? Kendimize ne katalım ? Hayatımıza hangi renkleri seçelim ? Kimlerle yola devam edelim ? Nelerden vazgeçelim ? Hangi kararlarla yola devam edelim? Hadi siz getirin gerisinii.. İstemesi bizden Vermesi Evrenden olsun... Yeni yılı coşkuyla sevinçle mutlulukla karşılayalımmmm...
Sonsuz sevgimle..
dml

29 Kasım 2011 Salı

Kızdığında Kırıldığında ..

 Sizin de etrafınızda birilerine küstüğünde arkasından yakıp yıkan arkadaşlarınız olmuştur.. Vay efendim O şöyle de, yok bana bunu bunu yaptı da... Aman o adam mı ki'den girilir, ne kadar olumsuz tarafı varsa çarşaf çarşaf serilir.. Ve siz eğer bunları yapan arkadaşınızı gerçekten tanıyor ve seviyorsanız idare edersiniz, kızgınlığına vurursunuz.. Görmezden gelirsiniz.. Heh orda durun şimdi ! İdare etmeyin arkadaşım ! 


  İnsan olduğumuzu varsayıyorsak ( :) ) biliyoruzki hepimiz "duygusal" bir o kadar da "tepksiel" varlıklarız..
Doğanın en büyük kanunlarından biri de değilmidir ETKİ = TEPKİ ???  E tabiiki başımıza gelen olaylara tepki vermemiz kadar doğal olan bir şey olamaz.. Ama bu, hiçbir etki karşısında çirkin davranışlar sergilememizi haklı çıkarmaz dostlarım.. Yıllarca şunu savundum: Birisine kızdığınızda ne olur "Dilinizi Tutun!"    


 Ben demiyorum ki sıkıntınızı anlatmayın! ben demiyorumki susun içinizde kalsın! Hayır tabiiki de başımıza gelen bir olayı bir başkasına anlatarak deşarj olacağız, fikir alacağız, belki göremediğimiz şeyler varsa onları göreceğiz.. 
Dikkat etmemiz gereken durum şu ki; Kırgınlığımızı, kızgınlığımızı anlatırken karşı tarafı itin g..e sokmadan, sadece duygularımızdan bahsederek, yorum yapmadan, yargılamadan, kötülemeden aktarabiliyor muyuz arkadaşlar?? Özellikle bugünlerde karşılaştığım bir olayla birlikte hatırlatma gereği duydum.. İstiyorum ki 
ilişkilerimiz daha sağlıklı hale gelsin.. İstiyorum ki tüketim çağında olmamıza kapılıp birbirimizi de tüketmeyelim...
 Tükeniyoruz çünkü... Bir bir dağalıyoruz.. Niçin sırf bu boş boğazlığımızdan! 


 Ben de kızıyorum, kırılıyorum...
Yakınlarım bilir, Neyin var sorusuna susup geçiştirmem.. Üzgünsem üzüntümü mutluysam mutluluğumu paylaşırım.. Birilerine kırıldığımda yaşadığım olayı anlatırım.. Ama ne kadar kırılmış olursam olayım hiç kimseyi yerin dibine sokmam! Açık taraflarını ortaya sermem.. Özel hayatını yaptığı yanlışları dilime almamm.. Olmaz... Yapılmaz... Çünkü onların bnm kırgınlığımla ne ilgisi var?? Ve en azından bu yazıyı okuyacaklara bir nebze hatırlatmam olur diye yazıyorum bu satırları.. Bir arkadaşınıza gönül koyduğunuzda siz de başka ortamlarda adını bile anmak istemeyip sonra ne kadar olumsuz düşünceniz varsa onları sayanlardan mısınız? Yoksa o kişinin hatalarına sığınıp kendinizi haklı çıkarmaya çalışanlardan mısınız, içiniz bir nebze de olsa rahatlasın diye ??? 
 Birde kızdığı kişiye karşı diğer arkadaşlarının da tavır almasını isteyenler var.. Neden?? ne kadar haklı olduğunu göstermek için başkalarının onayına bu kadar mı ihtiyacın var? Açık olarak söyleyemez bazıları ama malum şahıstan bahsedilirken "bırak allah aşkına ya" diye başlanır serzenişlere.. Siz o kişiler arasında olduğunuz için gerilim hattında yaşarsınız bir süre.. Sözüm ona idare edeceksiniz ya hanii... İki tarafta zehirini size kusar.. Ve taraf tutmadığınız içinde inceden sitemlenirler.. Kimisi kendini biraz geri çekerek koyar tavrını, kimi bodoslama sizi eleştirerek.. Nitekim ara da kalmaktan dolarsınız onca zaman.. Birikirsiniz.. Sonra bir gün malum kişiler barışırlar ya işte siz orda tamda o anda taşarsınız! patlarsınız... Onca zaman arada olduğunuz için iki tarafa da saygı duyup sabrettiğiniz için tüm sitemleri tüm yargılamaları biriktirirseniz böyle olur işte... Kişiler Mevlandan girer peygamber efendimizden çıkarlar barışmalarına türlü kılıflar bulmak için... Sözüm ona affederler birbirlerini... Affederek büyüklük bende kalsın politikasıdır bu.. Oysa kim kime büyüklük taslayacak durumda arkadaşım??? Kimin haddine düşmüş affetmek bağışlamak.. Ahh ne büyük erdem dimi? Yıllarca böyle öğrettiiler.. Oysa hani hepimiz Bir'dik?.. hani iki/kötü - aydınlık/karanlık yansımalarıydık insanlığın...  Mevlanayı neden Köprünün altından çoooook sular geçince hatırlıyoruz ? Olay anında hatırlayandır efendi! Sıcağı sıcağına uslubunu ve gönlünü kirletmeyendir efendi.. Kimseyi kötülemeden  duygularını anlatabileceğini bilendir efendi.. Sonra tükürdüğünüzü yaladığınızda bu sefer biz kızıyoruz diye hiç tribe girmeyin... iki arkadaşın barışmasıyla sevinilir.. mutlu olunur... Bayram ilan edilir.. Taaki söz konusu kişiler aradakileri sömürmediyse... Tüketmediyse... 
Ama bu insanlar işte ah bu insanlar... Arkasından onca konuşan kişileri sözde affedecek kadar büyüklerdir de, düşüncelerini ulu orta söyleyenlere gelemezler... O yüzden zaten doğruyu söyleyen kovuluyor ya dokuz köydenn.. Ben diyorum ki, kovulmaya gerek kalmadan, kimsenin yarasına basmadan, arada kalmadan.. Her kim ki yanınıza gelip başka bir arkadaşınıza kızdığı için kötülüyorsaa uzak durun ondan.. Yan tutmak gerekioyorsa illa, onun yanında olmayın en azından.. Onu kendi haline bırakın.. Bugün size eski dostlarını kötüleyenler yarın sizinle de aynı nedenlerden papaz olmaya aday olabilir.. Taaki kişi düştüğü çukurun farkına varana kadar.. Nede olsa başımıza gelen her olay yada düştüğümüz her çukur kendimizi tanımamız için icabında.. Kendini tanıyan kurtuluyor yüklerindenn.. Tanıyamayan tekrar tekrar yaşamaya devam ediyor hikayeleri.. Aktorler değişse de ana konu hep aynı kalıyor neticede... 
 Kendini bulmaya niyeti olanlarla yola devammm..


  Sonsuz sevgimle..
    29-11-11

19 Kasım 2011 Cumartesi

Bugün biraz yazasım var.



 Uzun oldu tabi, düşünceleri kelimelere dökmeyeli.. Kaç haftadır boğazımda bir rahatsızlık var.  Bitmek bilmeyen öksürük bana neyin habercisiydi hiç düşünmemiştim.. meğer içimi dökmek isteyip dökemediğim, söylemek isteyip söyleyemediğim, duyduklarım karşısında söyleyecek laf bulamadığım anlardan kalma kelimeler düğümlenmiş boğazımda.. adeta birikmiş dışarı çıkmayı beklerken.. 
 Anladım ki yenilip yutulmuyormuş bazı şeyler.. Sustuğun yerde uhte oluyormuş. Büyüklük sende kalsın demişlerdi.. Nerden bileyim büyüyen şeyin yara olduğunu.. Yaram mı var? öyleyse gocunmanın tam zamanı ...


 Yıllardır insanları idare etmekle geçti  hayatım.. Herkesi olduğu gibi kabul etmekle..Kabul günü mü doğmuşum bilmem.. Öyle duymuşum işte çocukken... "İnsanları olduğu gibi kabul et.. " Bende öyle yaptım tabi; Farklı yaşam standartlarında, farklı inançlarda, farklı tarzlarda bir çok insana arkadaşım dedim... Bir nevi kendi dünyama kabul ettim.. ettim etmesine de yıllar sonra bir bir uğurlamayı da bildim.. Gördüm ki Herkesi olduğu gibi kabul etmek; hayatına dost ilan etmek demek değilmiş! Herkesi olduğu gibi kabul etmek, onları idare etmek değilmiş.. Hayat dediğin değil miydi bizim seçimlerimizden ibaret?? O zaman seçimlerine dikkat edeceksin arkadaşım.. Öyle her yüzüne güleni samimi gözükeni hemen almayacaksın hayatına.. Demiyorum ki binbir testten geçir.. Demiyorum ki ölç tart biç.. Sözüm kendini 7 cedle barışık ilan edenlere.. Sözüm Herkesle anlaşabildiğini iddia edenlere... Yok öyle bir dünya.. Tecrübeye sabit. Bu dünya kutupluluk alemi.. Herşeyin var bir zıddı kimyası.. Sen beyazsan Siyahla dost olduğunda artık o pürüssüz ışığından eser kalır mı sanıyorsun??
Bu işin kimyası da matematiği de belli : 1 siyah + 1 beyaz = olur sana 1 gri... Hani beyazdın? Söyle şimdi bana misyonunu ? Nasıl gelmiştin? Şimdi ne haldesin ?? 
 Benim Misyonum Kendimle Birlikte Çevremdeki İnsanları da geliştirmek.. Ruhumdan gelen sesleri insanlarla paylaşmak.. Ne mucizevi bir varlık olduğumuzu, yapabileceklerimizi, sınırsız gücümüzü hatırlatmak.. E misyon gereği ne kadar insana ulaşırsak o kadar çoğalırız diye düşünüyor mantık.. Ama yanılıyormuş.. çünkü;
Anladım ki herkes hazır değil uyanmaya,
Anladım ki herkes meraklı değil varlığının sırlarını keşfetmeye,
Anladım ki herkesin algısı açık değil mucizeleri anlamaya, cenneti yaratmaya, 
Anladım ki bu iş denge meselesiyle eğer, karanlık tarafında yaşamaya gelmiş ruhlar var.. Onları aydınlatmam demek dengeyi bozmam demek.. dünyaya çomak sokmam demek.. Buyüzdendir belkide tüm alt üst olmuş insan ilişkilerim... Herkesi kabul etmenin; olduğu gibi kendi yoluna bırakmak olduğunu anladığım şu günlerde tüm pencerelerimi bilge ruhlara açıyorummm... Dünyevi saçmalıklarla zamanı piç etmeden.. Ben kabul ettim düştüğüm çukuru. Anladım herkesle herşeyin paylaşılamayacağını..Evet hayat gerçekten paylaşınca güzel.. Ama kendi frekansınla uyuşanlarla harmanlanınca çiçekler açmaya başlıyor bahçende... Aksi halde yanlış anlaşılmalarla geçen sisli bir gün kadar soguk hayat... Çevrenize dikkat edin ! İnsanlar sizi seviyor size değer veriyor diye mi birliktesiniz, yoksa sadece içinizden geldiği için mi? Sırf sizi seviyor diye hatır kıramadığınız insanlar bir gün kalbinizi kıracaklar iki iki daha dört ! 
şimdilik bu kadar.. 
tanımsız sevgimle..


19.11.11






Huzur mu? O zaman dinle;

Uzun zamandır girmediğim blog'uma hatırlatıcılar eklemek istedimm.. buyrunuz 


efendimmm...,Huzur için küçük sırlar... 

• Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.

• Hata yaptığını fark ettiğinde, onu hemen düzelt. 

• Konuşmaktan, sohbetten hoşlanan bir kadın/erkekle evlen. 

• Yaşlandığınızda, konuşma yeteneğiniz her şeyden daha önemli olacak.

• Biraz yalnız kal.
• Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme.

• Suskunluğun, bazen, en iyi yanıt olduğunu unutma.
• Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.

• İyi ve saygın bir hayat sür. İleride, yaşlandığında ve geçmişi hatırladığında,
bir kez daha nasıl zevk aldığını göreceksin.

• Evde sevgi dolu bir atmosfer önemlidir.

• Geçmişte çok yaşama.
• Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.

• Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.•

• Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.

• Başkalarının işine burnunu sokma.

• Yılda bir kez hiç gitmediğin bir yere git.

21 Ekim 2011 Cuma

DOST MUSUN?


Dost musun?
Öyleyse canın canımdır...
Aynan olmalıyım...
Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi...
Hem sakınmadan, mertçe...
Hani bilirsin, esirgemem lâfımı,
Ne şekil gelirse, öylece...
Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama,
Seni de dupduru isterim karşımda...
Dostsan,
Gözlerimin içine baka baka, yaka silk benden!
Arkamdan şikayetlenme!
Yiğit ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme!
Lâf değil, icraat beklerim senden!
Öyle bak ki, hislerini görebileyim...
Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim...
Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı!
Dil dönerken söylenmeli her şey...
Kulak duyarken anlatılmalı...
Göz bakarken bakmalıyım sana...
Can sağ iken sarılmalı...
Keşkelere meydan vermemeli hayatım,
Pişmanlıklarla yoğrulmamalı....
Hayır!
Dirime selâm vermeyen,
Ölüme de fazla yaklaşmasın!
Dostsan, ölmemi bekleme!
Haklıysam, yaşarken savun beni!
Yaşarken yanımda ol!
İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan!
Ve inanmamışsan, sakın rol yapma!
Her söylediğimi onaylaman şart değil...
Her yaptığımı beğenmen de gerekmez...
Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma!
Yadırgayabilirsin beni,
Ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma...
Kandırmanı aslâ kabul edemem!
Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm, ama,
Beni, bana sormadan yargılama!
Her yediğimiz aynı olmaz belki,
Her dakikamız birlikte geçmez...
Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de,
Ağladığında seninle birlikte oturup ağlarım...
İyi gününde davet edersen gelirim ama
kötü gününde davet beklemem!
koşa koşa gelirim..
Ben de herkes gibi insanım elbet,
Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok!
Senin işin bu değil!
Benim zaten bir yerim var herkes gibi yer ile gök arasında...
Dostsan,
Küçümsemeden, küfretmeden,
Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma...
Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım,
amaaaa...
Yorulduğum zamanlarda,
Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına...
Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim
Ve bir deli kadar art niyetsiz...
Uğruna seve seve hesabı şaşırırım...
Görmezden gelebilirim yanlışlarını...
Başkaları enayilik sayabilir,
Başkaları akılsızlığıma yorabilir,
Bunları dert bile etmem, ama,
Sen, aslında aptal olmadığımı,
Her an, tekrar tekrar hatırla!
Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma!
Seviyorsan, cimrilik etme, söyle!
Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla,
Hiç sevmediği halde, yılışıp durana sinir olurum!
Neyse, o olmalı insan...
Kendisi olmaktan korkmamalı!
Kendisi olmaktan kaçmamalı!
Bil ki, sensin diye seni bırakmam ama,
Ben olduğum için bırakırsan beni,
Yas da tutmam arkandan!
Bedel mi?
Ödemeyeceksen çıkma yola!
İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin...
Kendince küser barışır, kendi kendini yersin!
Dostsan, mevsimince yağ...
Kışsan kar ol, güzsen yağmur...
Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem,
Senden, ille de bahar olmanı beklemem, ama,
Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma...
Belki de çok geldi bunca talep...
Bana karşı hiçbir mecburiyetin yok, korkma...
Sana fazla geldiğim ilk anda,
Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin...
Geçip gidebilirsin, borçluluk hissetmeden...
Mutlaka bir açıklama da beklemem senden, ama,
Gitmeye davranırsam bir gün,
Sen de karşımda set olma!
Dost musun?
Öyleyse, canın canımdır,
Yoluna baş koymaya hazırım ya,
Başını da yollarımda isterim, unutma!

26 Eylül 2011 Pazartesi

Halil Cibran'dan evlilik üzerine

— Peki üstad; evlilik nedir?
Cevap söyle geldi:
— Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız.Tanrı'nın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız, ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın; bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dansedebilsin...birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin.. bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun... birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin; ekmeğinizden verin birbirinize ama aynı somundan ısırmayın... birlikte şarkı söyleyin;lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin, sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir... birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! sadece hayatın eli o kalbi saklar! birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir! ve unutmayın; meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler...

Halil Cibran

Değişimm

İnsanlar değiştirmek istemedikleri kalıpları içinde çok rahatlar, kendi acılarının, dramlarının içinde rahatlar. Bunu değiştirmek istemiyorlar, evet şikayet ediyorlar, sızlanıyorlar, ama değiştirmek için hiçbir çaba göstermiyorlar. Buna çok kez şahit olmuş olmalısınız, sizin bilincinizde ki bir varlığa derdini anlatmak üzere gelen çok insan olur dikkat ettiniz mi? Onlar size sorunlarını anlatır, anlatır, ağlar, sızlar şikayet ederler, ve siz gerçekten onların değişmek istediklerine, yani bu sorunlarına gerçekten çözüm bulmak istediklerine inanırsınız. Ve onlara yollar önerirsiniz kendi perspektifinizden, hangisini ciddiye alırlar, ve hayatlarında sorunlarına önerdiğiniz bu yolu ışık tutmak üzere kullanırlar? Sanırım hiçbirisini, genelde onlara önerdiğiniz tüm olası çözümler için yaklaşımları şu tarzda olur, “ama ben onu denedim, ama, bunun hiçbir faydası olmadı…bunun bir faydası olacağına inanmıyorum…sen beni anlamıyorsun :)
çünkü değişim istemiyorlardır, onlar sadece anlatmak istiyorlardır, ve bu tarz sohbetlerin sonunda kendinizi nasılda tükenmiş enerjniz bitmiş hissettiğinize dikkat ettiniz mi? (bunu gördükten sonra kendi deneyimimde değişimi istemeyen insanlara saygı duymayı, ve onlarla enerjimi tüketmemeyi öğrendim :)

Ancak değişim doğaldır, enerjinin doğal devinimidir, enerji dönüşmelidir, tek bir kalıpta tutulamaz, tek bir forma hapsedilemez, ve tanrı genişlemek, ve ifade etmek ister. Enerjiyi tutamazsınız. Eski enerjide beden değişimin geldiğini hisseder, ve bir tür savunma oluşturur. Bir tür savaş. Düşünün, tıp dünyası tüm hastalıklara savaş ilan etmiştir öyle değil mi? hastalıkların çözümün o parçayı kesip atmak olduğunu varsayar, ve bağışıklık geliştirme üzerine odaklıdır. Bağışıklık geliştirmek için de vücuda o hastalığa ait mikrop verilir, ve vücud onunla savaşır, ve o mikrobu tanımış olur ki tekrar karşı karşıya gelirse düşmanı bilsin ve ona göre hareket etsin :)
Oysa ki hastalık olarak ortaya çıkan enerji sadece sıkışmış bir enerjidir, doğal olarak dönüşmek üzere ortaya çıkacaktır. Beden onunla savaşmak ister, eski enerji yolu böyledir. Bir şekilde onu durdurmaya çalışır, çünkü eski enerjide iş görmeye alışmış olan beden bilinci ortaya çıkan, yani salınıverilen bu enerjiyi ne yapacağını bilemez. Zihinde analiz etmek, onu anlamak, ölçmek, tartmak biçmek isteyecektir.


Oysa bunu yapacak olan SİZSİNİZDİR. 
Bu yüzden bu yaşam çok değerli, ve “O” yaşamdır.
 Bu yaşamınızın potansiyelidir, ruhunuzu, özünüzü, olduğunuz her şeyi, parçalanmış her şeyi burada birleştirmek. Çünkü siz olduğunuz ruhunuzun, özünüzün hepsinin toplamını taşıyorsunuz. Bunu nasıl yaparız? Ben kendi deneyimlerinden bunu yollarını paylaşıyorum…Ruhunuzla konuşun, ona değişimlerin doğal olduğunu, ve bundan korkmaması gerektiğini söyleyin, ona kimliğinin çözülüp kaybolmayacağını sadece genişleyeceğini söyleyin.Ve biz genelde günlük yaşamda insanlarla olan sohbetlerimizde kendimizi ve değerimizi küçültmek, yada başka adıyla tevazu göstermek mütevazi olmak eğilimindeyizdir. Ve bu ruhumuzun kendini küçük, bastırılmış, ve değersiz hissetmesine sebep olur. İnsanlarla olan sohbetlerinizde ruhunuzu yüceltin ve farkı izleyin. Onların sizin övündüğünüzü düşünmesinden korkmayın, siz bu bilinç noktasını çoktan geçmiş bilge bir varlıksınız. Artık kendi öz değerinize sahip çıkın, ve insanlara bunu söylemekten çekinmeyin, bilge bir varlık olduğunuzu, yada kalbinizde hissettiğiniz neyse, kendinize ait olumlu özellikleriniz neyse, kalbinizde sizde olduğunu bildiğiniz, ama hiç söylemediğiniz o şeyleri söyleyin, bırakın dökülsünler dudaklarınızdan, onları ifade etmek istiyorsunuz değil mi? İfade edin, bu çok çok doğaldır, ruh ifade etmek ister, tanrı ifade etmek ister. 
Ve içinizde sıkışmış olan enerjileri dönüştürmek için, bastırılmış ve sıkışmış olanları…Şimdi derin bir nefes alın…ve sonra onları bırakın gitsinler…bu kadar basit. Tüm şıkışmış enerjilerinizi önce nefesle içinize çekin, tümüyle çekin, tümüyle bedenleyin, hiç dışınıza atmadan, ve sonra nefes verin, verin gitsinler…nefesle bedenlemeye başladığımızda tüm sıkışmış enerjiler gelir, ve nefes içine almaktır, hissetmeye izin vermek bir şeyi dışardan almak ve tam içine getirmektir. ve enerjiyi nötr hale getirmenin yolu da içinize almaktır. yuvadan ayrılıştan şimdi anına kadar yapılandırmış olduğunuz enerjiler size geldiğinde yüklenmiş oldukları enerji kalıplarını hissettireceklerdir size, ve bu da bildiğiniz gibi pek de keyifli değildir, ağırlık, keder, hüzün, yorgunluk, sıkışmışlık, öfke, kızgınlık ...hissettirler...ancak bu enerjileri dönüştürmenin yolu da nefesle içinize almak, yani bedenlemektir...bu basittir,ancak yapılandırdığınız enerjiler dönüşünceye kadar alt üst edici gibi hissettirebilir. Ve bu süreci keyifli hale getirmek ve kolaylaştırmak için, keyifli ve neşeli oyunlar oynayın kendinizle… gün içinde ne kadar gülüyorsunuz? Ruhunuz süreci, ruhsal yolu, yaşamı bu kadar ciddiye almaktan yorgun, onu eğlendirin, uyanış süreci hic de ciddi ciddi yürünmesi gereken bir süreç değildir, eğer siz öyle olmasını seçmezseniz. Eğlenceli de olabilir, hafif de olabilir. Ve özünüz sizinle birleşirken onun ciddi bilge vs gibi bu sınırlı spritüel kalıplara sahip olduğunu düşünmeyin, o insan formunda sizile buluşup eğlenmek ve yaşamın tadını çıkarmak istiyor, ve o sizsiniz, sizin insan formuna, şimdiye kadar dünya deneyimine spritüel fizik kuralları uygun olmadığı için indiremediğiniz parçanızdır. Belki onun sesini duyuyorsunuz kalbinizde zaman zaman…bu kadar zor olmak zorunda mı diyor o ses, bu kadar keyifsiz olmak zorunda mı yaşam, daha basit, daha keyifli, hayatla iç içe ve yaşamın tadını çıkaran bir yol var mı? İşte özünüzün sesidir bu, ve olmasına izin verirseniz evet bu yol vardır :)

şule devekaya





21 Eylül 2011 Çarşamba

Hayat senin hayatın





Hayat, senin hayatın
İzin verme itilmesine kederli teslimiyetin içine
Hazır ol beklediğine
Çıkış yolu vardır elbet
Işık var bir yerde
Belki çok parlak değil ama def eder karanlığı
Hazır ol beklediğine
Tanrı sana fırsatlar sunacak
Tanı onları… ve kullan
Ölümü yenemezsin ama yok edebilirsin yaşarken ölmeyi,
Ve Sen öğrendikçe bunu yapmayı,
Daha da aydınlık olacak.
Hayat, senin hayatın
Tanı onu, ona hala sahipken...
Sen Muhteşemsin
Tanrı bekler mutlu etmek için seni
Charles Bukowski








17 Eylül 2011 Cumartesi

Karşılık Bekleme..

 Ne kadar söylesem de" biliyorum" bilmek ve uygulamak farklı şeylerdir.. Bildiğini hayata geçirmekse çetin bir yol.. Evrenin sana "hadiii e hadiiii??" demesi gibi... O kadar söylüyordun sağda solda.. Tamam doğruydu da.. E onlara da yaradı bu söylediklerin.. Kendine gelince niye bozuşuyoruz?? Ahh atalarımız herşeyi doğru söylemişmidir bilmem ama bu konularla ilgili ne çok doğru tespitlerde bulunmuşlar... Kelin merhemi olsa'dan tut
terzisine kadar.. Kendi düşenin ağlamamasını sölediği gibi yaptığın iyilikleri denize atmana kadar tembihlemişler... Lakin yaşayınca farkediyor insan.. Ancak ozaman aynı kanıya varıyorr.. - Haa öyleymiş hakikaten', diyoruz bir yerde....
 Sevgiye saygıya bu kadar mı açız? Sahi neden iyilik yapıyoruz dedim ya bugün? Gönlümüze hoş gelene kafamıza denk olana açmıyor muyuz dostluk kapılarını... Karşımızdakini mutlu etmek adına emeğimizi enerjimizi sevgimizi koymuyor muyuz yollarına? Eee madem sırf o mutlu olsun diye yapıyorsak herşeyii.. Gün gelipte bir gün aynı ilgi alakayı görmediğimizde neden bozuluyoruz.. Neden soğuyoruz.. Neden karşımızdakine olan sevgimiz saygımız günden güne soğuyor.. 
 Geçenlerde bir arkadaşımın bana hatırlatmasıyla gözlerim parıldadı.. Dediki : Ne kadar çok emek harcar ne kadar çok enerji harcarsan birine, beklenti eşiğin de bir o kadar yükselir.. Hatırladım. çok emek harcamadığım belkdie en sağlıklı iletişim kurduğum arkadaşlarım yakmıyordu canımı.. Beni üzen hep en yakınımdakiler en içimdekiler olmuştu.. Çünkü yedi kat yabancının hatasını hoş karşılarken, en yakınımın karşılayamıyordum.. Anında gardım düşüyor kahrolsun bayraklarını çekiyordum tepeye.. Sonra küsüyordum herşeye.. Herkese...
Böyle olmamalıydı.. Bir yerde bir yanlışlık vardı...
İyilik yap denize at değil varmak istediğim yer... Hayatı paylaştığınız insanlara dikkat edin.. Onları sevdiğinizde birşeyler paylaşmak istediğinizde ona iyi bakın.. Size sizden neyi yansıtıyor? size nasıl ayna tutuyor... Sorunları olan arkadaşlarınız sürekli size danıştığında sizi ne ilan ediyor? kotu gün dostu olduunuzu mu? dert babası olduunuzu mu? Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Sadece eğlenmeye gezmeye lak lak etmeye çağıran arkadaşlarınıza iyi bakın... Size ne ifade ediyor... Size sizden neyi yansıtıyorrrr ? Herşey herkes her olay bize bizi yansıtır.. Bizler kendi düşüncelerimizden ibaretiz... Yeterki farkedelimm... Yaşadığımız her olayda kendimizi ispat ederiz.. başımıza gelen her olay bize birşeyi hatırlatır... KENDİMİZİ..
yaptığımız her davranışı her emeği her paylaşımı neden yaptığımızı düşünerek farkındalıkla yaşadığımızda eminim beklentilerimiz daha az'a düşecek.. Yada uğraşılarımız... Her türlü karlıyız... Hadi yine iyiyizzz (:


PS: "İster iyi, ister kötü olsun, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, kişinin karşılaştıkları hepsi, gerçeklik değil, kendi yansımalarıdır. Herkes daima ve yalnızca, kendisi neyse onu biçer. Tohum da harman da sensin."
Tanrılar Okulu


Bu cümle bana çok iyi gelir.. Size de hatırlatma olsun ;)







Gerçekten iyi olduğunu mu düşünüyorsun?

Birisine neden iyilik yaparız? Mutlu olması için mi yoksa kendimizi iyi hissetmek için mi?
Belkide ne kadar iyi bir insan olduğumuzu ispatlamak içindir.Yada onaylanmak.. Öyle ya ego onaylanmak ister. Peki bu gerçekten iyi olduğumuzu gösterir mi?
 Düşündümm...
Son yılların vazgeçilmezi sosyal medya bağımlılığımızı, her yaptığımızı paylaşmamızı, nereye gittiğimizi ne yediğimizi, ne aldığımızı paylaşmamızı...Bunları niçin yapıyoruz? Bizi buna iten neydi? Gösterişş ?? Hmmm
Güzel ülkemin gösterişli bir kültüre sahip olduğunu hatırlayacak olursak evet çok geçerli bir sebep olabilir..
Ama ben başka bir eksikliğe değinmek istiyorum. Nasıl bir yalnızlık ki bu, insan yaşamın içinde her anını yazmaya fırsat bulabiliyor... Nasıl bir boşluktur ki bu sanal ortamlarda kendimizi çarşaf çarşaf göstererek doldurulmaya çalışılıyor.. Diyeceğim ki asosyallik.. Hayır ! Anlamadığım gerçekten sosyal gözüken insanların, her anı dolu programlı insanların her dakikasını paylaşması.. paylaşmaya zaman bulması.. aklına gelmesii..
Sanırım hayatı sırf sosyal medyalarda paylaşmak için yaşar olduk. Eskiden anılarımızı ölümsüzleştirelim diye çektirdiğimiz fotorafların amacı şimdi profile koymak için oldu.. Tüm bunları yapmak için içinde olduğumuz o an'ları gerçekten yaşıyor muyuz peki? Yada şöyle sorayım: paylaştığımız durumların ne kadar içindeyiz? Ne kadar yaşadıklarımızın farkındayız.. Olayın amacını anlamadan belkide tadını çıkarmadan anında elimiz telefona gidiyor.. Bizi buna sürükleyen neydi merak ediyorum.. Kınamıyorum.. Saçma bulmuyorum. Sadece merak ediyorum... Bizi bu duruma getiren neydi? Nerden başladı hikaye? Ve nereye varırız bu yolda ?
 Daha da düşünürüm ben bunları.. elbet cevaplarla da karşılaşırım bu yolda. Kendime ayna tuttuğumdandır bu farkındalık... Bu sorgulama.. Ve her haliyle hayatı kabulleniş.. Ne olursa olsun.. toplum olarak yada çağın insanları olarak nereye gidersek gidelim... Burda olmanın tadını çıkarıyorum.. Ve artık kendi cümlelerimi kuruyorummm..
 Evet  hayat paylaştıkca güzell.. paylaşıp çoğalınca güzel ama mutluluklarıı.. Ama kendi gücümüzü keşfedişimizi, ama varlığımıza dair bu kişisel gelişim yolumuzda karşımıza çıkanları... Ama hislerimizii.. Ama düşüncelerimizi..


güzel deneyimlerinizi en içten hislerinizle paylaşmanız dileğimle...


dml...

8 Eylül 2011 Perşembe

dünden kalma

Bugün, doğumgünü ertesi dostlukları düşündüm.. Eskiden kutlamalar 00:00 da başlardı.. şarkılar türküler çığlık çığlığa o telefonda coşmalarr.. Bu sene tribe girdim telefonun sesini kıstım.. Sanki anlamışlar gibi araya araya iki kişi aradı :) bozuk bir ruh haliyle onları da açmadım tabii.. sonra msjlar gelmeye başladı.. kimi söyleyemediklerini yazıyla coşturdu.. kimi kuru bir msjla adet yerini bulsun görevini icraa etti..
Neleri farkettimmmm
ilk kutlayanlar çoğunlukla yeni kurduğum dostluklardı
bazı çok sevdiklerim facebook kanalıyla içlerini rahatlattılar... bana dert oldu o ayrı ...
00:00 kültürü kalkıyor mu ne? yoksa cidden ruhsuz enerjim mi tıkadı yolları bilemedim ...

iyisiyle kötüsüyle geçti bitti bir yaş daha işte.. değerlendirecek olursamm.. Sancılı bir sene oldu.. yapmam dediklerimin yapıldığı olmaz dediklerimin olduğuuu... yapmaz dediklerim yaptııı.. öyledir dediklerim yanılttı böyle çıktı :) bi takım tabularımı yıktımmm... spritüel kavramda baya bir yol aldımm.. seminerler kitaplar ve vazgeçilmez deneyimlerle biraz daha olgunlaştımm... Yeni canlar kattım gönül bahçemee... ve sonlarına dooru dibe indimmm.. kızdım küstüm darıldımmm.. dedim ya kendi kendime triplere girdiimmm.. iki pasta kesildii ayrı ayrı ikisinde de mumları üflerken dilek dilemedimm.. Neden ?? inadımdannn ... guya evrene kafa tutuorummm bozuk atıorummmm :)) neyse vaktim doldu... arkası yarınnn ...
sevgilerrr

7 Eylül 2011 Çarşamba

BUGUN BENİM DOGUM GUNUMMMMM


Çekirdek bir ailede büyüdüm ben.. Yetmezmiş gibi çalışan anne-babanın ıssız evinde büyüdüm.. 5 yaşında gittiğim anaokulu "cennetim" olmuştu..
Hafta içi 5 gün 9'dan 3'e kadardı cennet saatlerim... Sonrası yalnızlık.. Sonrası sıkıntıı....
 İnsanlar haftasonlarını iple çekerdiii, anlamazdım.. Onlar yaz aylarını çok severdi, anlamazdım..Aksine yaz gelmesin isterdimm Oyun hiç bitmesinn! 
Annemin her an tutamadığı elimi ' arkadaşlarım hiç bırakmasın !! Çünkü;
arkadaş candır, arkadaş güvendir, arkadaş sevgidir, arkadaş eelencedir..
 Oysa şu saydıklarım bir çok insan için Aile demektir dimi.. Küçük yaşlarda karıştırdığım kavramlardan mııdır şimdi yaşadığım bu ruh hali bilmiyorum..
Öyle ya onlar benim kendi kurduğum özene bözene büyüttüğüm ailemdi..
Sanki Tanrı bu şerefi bana bahşetmişti.. Ayrı coğrafyalarda bile bulduğum kardeşlerimi ailenin diğer üyeleriyle tanıştırmanın heyecanını duyardım içimde... Bir kavuşmaydı bu.. oyun içinde..Sanki Tanrı ile saklambaç oynuyorduk ve herbirimiz farklı yerlere saklanmıştık..Ancak ve ancak hepimiz bir olduğumuzda ulaşabilcektik O'na.. 
şimdi dolu dolu 27 senenin sonunda anladım ki sadece kendimi kandırmışım.. kavramları karıştırmışımmm.. abartmışımm.. Ben ne kadar çok üstüne düştümse kendi kurduğum ailemin bi o kadar şiddetli oldu ayrılışlarımız savruluşlarımız... Oysa öğrendiğim bir şey vardı ! Dünya bizim düşündüklerimzin yansımasıydııı! Biz ne kadar çok seversekkk o kadar çok sevilecektikkk... ne kadar güzel bakarsak o kadar güzelleşecekti... sarsılmaz sandığım inancım bugün sekteye uğrasada bir şey daha öğrendim.. Önce Ben !! dışarıya harcadığım onca emeğin sevginin enerjinin % kacını kendime harcıyordumm ?? bunu dün gece ağlarken farkettim böyle mi seviyorsun kendini Damla? bu muydu sevgi anlayışın? gözlerinin haline bakk! ya yüreğinn?? işte o zaman ışıldadı gözlerimmm... 
İçimdeki mızmızlanan çocuğa sarıldımmm.. o kçk korkak çocuğa biz bize yeteriz dedimm.. önce bizz bir olduğumuzda dünyada bir olcaktı çünküü..
ve şimdi yeni bir döneme girerken sadece ve sadece çocuk yetiştiren yada dünyaya getirmeye niyetlenen arkadaşlarıma hatırlatmak istediğim şey: Siz siz olun çok zor şartlar altında kalmadıkça çocugunuzdan esirgemeyin kokunuzuu.. Terkedilmiş hissedip sevgiyi dışarda aramaya başlıyor insan... sonra hatlar karışıyor böyle :) 
Kırgın ve küskün bıraktığım 27 senesinden sonra şimdi beklentisiz karşılıyorum yeni zamanı...
tükenmek bilmeyen sevgilerimle.....
Dml 

6 Eylül 2011 Salı

Ben Varım !!!


Yeni bir başlangıcın geriye dönük değil de şu anda; tam şu anda ben izin verdiğim sürece yapılacağının farkındayım ve değişime izin veriyorum.

Olmaya çalışmak yerine, olduğum şeyi kabul ederek,
kendimi olduğum gibi sevgi ile kucaklıyorum.

Başaramadıklarım için yaşamı suçlamak yerine, kendi inanç ve kararlılığımı sorgulayarak, yeni bir yaşama merhaba diyorum.

Tanrının beni yaratırken ruhuma kendi ruhundan üflediğini aldığım her nefeste duyumsuyor ve içimdeki sonsuz gücü açığa çıkarıyorum

Tanrının bu dünyada bir boşluğu doldurmamı uygun gördüğü için burada olduğumun farkındayım ve kendimi onun tarafından seçilmiş hissediyorum. Ayrıca bu en büyük motivasyon kaynağımdır.

Yüreğime dokunuyorum ve bunun en müthiş an olduğunu
çok net hissediyorum.

Kendimi keşfettim ve bu keşfin dünyada en anlamlı
keşif olduğunun farkındayım

İçimdeki mucizenin farkındayım.

Yaşamıma giren her şeyin bir anlamı olduğunu ve tanrının yüreğimi büyütmem için onları bana gönderdiğinin farkındayım.

Bir çocuk gibi masumum.
Beni incitmek isteyenlerin davranışlarını içimde yakalayacak bir ego yok!
Boş ve dinginim…

Aldığım her solukta içime dingin bir yaşam girdiğini hissediyor ve mutluluğu kucaklıyorum.

İçimdeki gökyüzü aydınlık, yüreğim aydınlık, hücrelerim dans ediyor!
Ben aydınlık olduğum sürece dünya da aydınlık oluyor.
Ben varsam yaşam var ben yoksam hiçbir şey yok.
Ben varım!

Her duyguyu yaşıyorum. Mutluluk, mutsuzluk…
Biliyorum ki hepsi yaşamın bir sunusu, yaşamın özü.
Onları sevgiyle kabul ederek yaşam ile aynı doğrultuda akıyorum
ve içimde sevgi tomurcukları filizleniyor.

Ne gelecekte, ne de geçmişteyim; şimdiki anın ( gerçek yaşamın) içindeyim ve bu bana eşsiz bir hafiflik sağlıyor.

İçe dönüğüm, evimdeyim, varlığımı hissediyor
ve içimdeki tanrı ile bütünleşiyorum.
Bu en derin meditasyon halim ve huzurumdur.

Bulutlara Bakıyorum ve Bulut Oluyorum. Yağmuru İzliyor, Damla Oluyorum. Evreni Hissediyor, Evrenin Kendisi Oluyorum. Boşluktaki Enerjiyi Duyumsuyor ve Enerji Oluyorum. Baktığım Yerlerde Sadece Güzellikleri Görüyor ve Güzellik Oluyorum.
Sevdiğim zaman sevginin kendisi olup akıyorum.
Aşk değil aşkın kendisiyim ben.

Yüreğimin sesini dinliyorum, bu dinlediğim tüm şarkılardan, müziklerden çok daha anlamlı…

Zorlukları yüreğim ile benimsedim bu, insanların zor dediklerine sadece gülümsememi sağlıyor!..

Dünyaya güzellikleri ekiyor ve güzellikler biçiyorum.

Kendi yüreğime dokunabiliyorum, bu gerçek anlamda başka yüreklere de dokunmamı sağlıyor.

Nefes alıp verişimin farkındayım, bu en büyük zenginliğimdir.

Affetmenin kendime verdiğim en büyük armağan olduğunun farkındayım ve yeni yıla, yeni bir başlangıca her şeyi affederek giriyorum.

                          Hayallerimi Kucaklamam İçin Uyandım ve Yepyeni Bir Ben Varım !!!                      

Aşk ve Farkındalık


Sadece iki yol vardır: Ya farkında olursun, sonrasında aşk bir gölge gibi takip eder. Ya da öylesine âşık hale geleceksin ki farkındalık kendiliğinden ortaya çıkacak. Onlar aynı madalyonun iki yüzüdür.


Diğer tarafıyla ilgili olarak endişe duymana gerek yok; sadece bir tarafa tutunmaya devam et ve diğer taraf kaçamaz! Diğer taraf gelmek zorundadır. Ve sevginin yolu daha kolay, daha güllerle kaplıdır, masumdur, basittir.


Farkındalık yolu, biraz daha çetindir. Sevemeyenler için farkındalık yolunu öneririm. Sevemeyen insanlar vardır; onların kalpleri taşlaşmıştır. Onların yetiştirilme tarzı, onların kültürü, onların toplumu sevme kapasitelerini öldürmüştür. Çünkü tüm bu dünya aşk tarafından yönetilmiyor, o kurnazlık tarafından yönetiliyor. Bu dünyada başarılı olmak için sevmeye ihtiyacın yok, sert bir kalbe ve keskin bir zihne ihtiyacın var. Aslında kalbe hiç ihtiyacın yok.


Bu dünyada kalp insanları ezilir, sömürülür, baskı uygulanır. Bu dünya kurnaz tarafından, cingöz tarafından, kalpsiz ve zalim tarafından yönetilir. Bu toplum her çocuğun kalbini yitireceği şekilde yönetilmektedir. Ve enerji doğrudan kafaya akmaya başlar. Kalp ihmal edilir.


Tibet’ten çok eski bir mesel duymuştum. Başlangıçta, kalp bedenin tam orta kısmındaymış. Ancak sürekli olarak yan tarafa, yoldan çekilmesi için itilmekten artık o bedenin ortasında değildir. Artık zavallı şey yolun kenarında beklemektedir. —“Eğer bir gün bana ihtiyacın olursa buradayım”— ancak o hiçbir besin, hiçbir teşvik alamaz. Onun yerine o her türden kötülenmeye maruz kalır.


Eğer bir şey yaparsan ve “Onu yaptım çünkü içimden öyle geldi” dersen herkes sana gülecektir: “İçinden gelmek mi? Sen aklını mı kaçırdın? Nedenini, onu yapmaktaki mantığını söyle. Bir şey yapmak için hissetmek bir sebep değildir.”


Âşık bile olsan neden âşık olduğunla ilgili sebepler bulmak zorundasın: Kadının burnu güzel, onun gözlerinde çok büyük bir derinlik var, bedeni çok orantılı diye. Bunlar sebepler değildir. Tüm bu sebepleri hesap makinende üst üste koyup bu kadının âşık olmaya değer olup olmadığını hesaplamazsın: “Bu kadına âşık ol; tam olarak doğru uzunlukta burun, doğru türden saç, doğru renk, doğru oranda beden. Daha fazla ne isteyebilirsin?” Ancak hiç kimse bu şekilde âşık olmaz, sen âşık olursun. Sonrasında etrafındaki ahmakları bir aptal olmadığın konusunda tatmin etmek için her şeyi hesap etmişsindir ve ancak ondan sonra adım atmışsındır. O mantıklı, açıklanabilir, rasyonel bir adımdır.


Hiç kimse kalbi dinlemez.


Ve zihin o kadar gevezedir ki, o kadar hiç durmaksızın gevezelik yapmaktadır ki
—vır vır vır vır— kalp arada bir, bir şey söylese bile o asla sana ulaşmaz. O ulaşamaz. Kafanın içindeki Pazaryeri, o kadar çok vızıldar ki bu kalp için imkânsızdır. Yavaşça kalp herhangi bir şey söylemekten vazgeçer. Yeniden ve yeniden duyulmayarak yeniden ve yeniden ihmal edilerek sessizleşir.


Kafa şovunu toplumun içerisinde yapar; aksi takdirde biz tamamıyla farklı bir dünyada yaşardık. Daha sevgi dolu, daha az nefret, daha az savaş, nükleer savaş olasılığı olmaksızın. Kalp asla herhangi bir yok edici teknolojinin gelişmesini desteklemezdi. Kalp hiçbir zaman ölümün hizmetinde olmaz. O yaşamdır: O yaşam için atar, o hayat için titreşir.


Toplumun tüm bu koşullanması yüzünden farkındalık yöntemi seçilmek zorundadır. Çünkü farkındalık son derece mantıklı görünür. Ancak sevebilirsen uzun, çetin bir yoldan gereksiz bir şekilde gitmene gerek yoktur. Aşk en kestirme, en doğal yoldur; o kadar kolaydır ki küçük bir çocuk için bile mümkündür. Onun bir eğitime ihtiyacı yoktur. Eğer o başkaları tarafından bozulmadıysa sen o nitelikle doğdun. Ancak aşk saf olmalıdır, o kirlenmemiş olmalıdır.


İngilizcedeki “Love” (Aşk) sözcüğünün Sanskritçe’deki çok çirkin bir kökten geldiğini bilmek seni şaşırtacaktır. O lobh’dan gelir. Lobh “açgözlülük” demektir.


Ve sıradan aşk söz konusu olduğunda bu bir tür açgözlülüktür. Bu yüzden paraya âşık olan, evlerine âşık olan insanlar vardır; şuna ya da buna âşık insanlar vardır. Hatta onlar bir kadını ya da bir erkeği sevseler bile bu basitçe onların açgözlülüğüdür. Onlar güzel olan her şeye sahip olmak isterler. Bu bir güç oyunudur. Bu yüzden sen sürekli olarak kavga eden âşıklar göreceksin. Her ikisinin de utanç duyacağı kadar ıvır zıvır konular hakkında kavga ederler: “Ne için biz sürekli kavga halindeyiz?” Sakin anlarında, tek başlarına kaldıklarında merak ederler. “Beni kötü ruhlar mı ele geçiriyor? Öylesine anlamsız, öylesine ıvır zıvır!” Ancak bu ıvır zıvırla alakalı bir şey değildir. Bu kimin güce sahip olduğuyla, kimin baskın olduğuyla, kimin sesinin duyulduğuyla alakalı bir şeydir.


Aşk böylesi koşullarda var olamaz.

OSHO

Kendini adamak ..

Bir insan kendini adadığında ilahi taktir de o yönde hareket edecektir. Tüm olaylar diğer bir olayı desteklemek işin oluşur ve aksi taktirde hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Bir akarsu boyunca oluşan tüm olaylar sadece bir karardan doğar. Hiçbir insanın hayal edemeyeceği tüm umulmadık durumlar, oluşumlar ve maddi destek bu şekilde elde edilebilir. Elinizden geleni ve hayal edebileceğiniz herşeyi yapmaya hemen başlayın. Cesaret; deha, güç ve büyüyü de içinde saklar. Şimdi başlayın.
 Goethe